26 Şubat 2012 Pazar

Şuursuz Tabiat'tan Şuurlu Bir şey Yapmalarını beklemek ne kadar gerçekcidir..


İnsanın anne rahminde belli yapıya getirilmesinden sonra, ruhu yaratılıyor. Hiç yokken yaratılıyor. Ruha harici bir vücut giydiriliyor. Hayat sahibi ve şuur sahibi olarak yaratılıyor. İnsanın ruhu hiçbir sebebe verilemediği ve sonradan yaratıldığı gibi, hayvanların ruhu da hiçbir sebebe verilemez ve sonradan yaratılmaktadır.
İnsanın ruhu emirden gelen bir kanundur. İnsanın ruhu hayat ve şuur sahibidir. Ama hayvanların ruhu şuur sahibi değildir. İnsanın ruhundaki şuur başından indirilse, hayvanlardaki gibi hayat sahibi kanun hükmünde bir ruh olur. İnsanın dışındaki bütün hayat sahibi hayvanların ruhları veya cansız varlıklardaki kanunlar şuursuzdur.

Demek insan dışındaki ruh hükmünde olan kanunlar şuursuzdur. İnsandaki kanun olarak insandaki ruh dâhil, kanun hükmündeki bütün hayvanların ruhu ve atomdan yıldızlara, galaksilere kadarki cansız varlıklardaki kanunların hepsi yaratılmıştır. 

Yani kanundur, kudret değildir. Bu kanunlar kendileri var olmamıştır. Onları var eden var. Onları var eden veya yaratan, kudret sahibi bir Zât var.

Bu kanunların icatta da hiçbir tesirleri yoktur. Her şeyden önce bir şeyi var etme ilim, irade ve kudrete bağlıdır. Bu kanunlar içinde ilim, irade ve şuur sahibi sadece insan var. Onun da ilim, irade ve şuuru cüz’idir. O ilim, irade ve şuuru da kendisinin değildir. Ona verilmiştir. Çünkü insan kendi kendisinin sahibi değildir. Her istediğini yapamıyor. İstediği her şeye sahip olamıyor. Demek kendi malı değildir. Temellük edemez. Sahiplenemez. Ona emaneten verilmiştir.

İnsan kendi fiilinin halıkı da değildir. Bir tek fiili olarak yeme fiilinde, sadece çiğnemeyi yapmakta, hatta o çiğneme dahi ona ait değil. Çünkü o ağız ve ağızdaki organ, organeller, hatta o işte vazife gören zerreleri dahi kendisi çalıştırmıyor. Sadece çiğneme isteği ona aittir. O istediği halde Cenab-ı Hakk irade etmeden o çiğnemeyi dahi gerçekleştiremez. İnsan şuuruyla sadece bir şeyler yapma dileğinde bulunmaktadır.
Demek kâinattaki kanunlar içinde sadece kanun olarak insandaki ruh şuur sahibidir. İnsan, şuuruyla irade ettiği her şeyi yapamadığı gibi, yapabildiği şeylerin de binde biri bile ona ait değildir.
İnsanın her istediğini yapamaması, yapabildiği şeylerin de binde biri bile kendisine ait olmaması, insanın ruhunun emirden gelen bir kanun olduğunu gösterir. Nasıl ki, bir ordunun kazanılmış zaferi savaş kanununa verilemez. O zaferin kazanılması, askerlere emirler vererek o savaş kanunu işleten bir kumandana bağlı olması gibi; şuur sahibi insanın şuuruyla her istediğini yapamaması veya yapabildiği şeylerde de binde bir bile tesirinin olamaması, bir kanun olarak o ruhun da emirden gelen bir kanun olduğunu gösterir. Bir kanun hükmünde olan insan ruhu şuurlu olduğu halde kendi başına değil. Emir altındadır. İnsan bir şeyin olmasını diledikten sonra, Cenab-ı Hakk’ın külli iradesine bağlı olarak “Ol!” emriyle o şey oluverir. Demek o savaş kanunu kumandanın emrine bağlı olduğu gibi, insanın fiilleri de Cenab-ı Hakk’ın iradesiyle “Ol!” emrine bağlıdır.

İnsanın şuuruyla yaptığı filleri “Ol!” emrine bağlı olduğu gibi, kanun hükmündeki şuur sahibi ruhunun yaratılması da “Ol!” emriyle oluvermiş, emirden gelen bir kanundur. Çünkü insan kendi fiillerinin sahibi olmadığı gibi, kendi ruhunun da sahibi değildir. İnsan anne rahminde iken ruhu yaratılıyor. Ruha beden geçirilmekle harici bir vücut giydiriliyor.

Kanun hükmündeki insanın ruhu şuur sahibi olduğu halde, “Ol!” emrine bağlı olarak bir şeyler yapabildiği ve “Ol!” emriyle yaratıldığına göre, kanun hükmündeki bütün hayvanların ruhları ve zerreden yıldızlara, galaksilere, tüm kâinata kadar olan cansız mahlûkattaki kanunlar da “Ol!” emriyle işlemekte ve “Ol!” emriyle yaratılmışlardır.

İnsan, kanun hükmündeki kendi ruhunun şuur ile hareket ettiğini anlamakla, kanun hükmündeki hayvanların ruhu ve cansız varlıklardaki kanunların da şuur ile hareket ettirildiğini anlıyor. Kanun hükmündeki hayvanların ruhlarından her birine bir meleğin ilham etmesi ile o hayvan şuurlu bir şekilde hareket ettirilmektedir. Üstad hazretleri, “Emir ve izn-i İlahi ve havl ve kuvvet-i Rabbaniye ile, umum hayvanatın, melaikeden bir çobanı, bir nazırı olduğu” ve “bir günlük arı yavrusunun, havada bir günlük mesafeye gidip, havada izini kaybetmeyerek, o sevk-i kaderî ile ve o sâika ilhamıyla dönüp, yuvasına girdiğini.” söylemektedir. Bu melekler İlahi emir, İlahi izin ve Rabbani kuvvet ile o çobanlık görevini görmektedirler. Üstad, İşaratül İ’caz adlı eserinde gök gürültüsü ve şimşeğin meydana gelmesini anlatırken, cansız varlıklardaki kanunların da meleklerin gördüğü vazifelerle olduğunu şöyle ifade etmektedir: “Fakat bu hallerin cereyanı bir nizam ve bir kanun altında olur ki, o nizamı ve o kanunu temsil eden, Ra’d ve Berk melekleridirler.”   Demek kanun hükmündeki hayvanların ruhu ve cansız varlıklardaki kanunların şuurlu işleyişi, meleklerin gördüğü vazifelerle olmaktadır.

Sadece, kanun hükmündeki insanın ruhu şuur sahibidir. O şuur sahibi ruhun da kendisine ait olmadığı, ona emaneten verildiği halde; kanun hükmündeki bütün hayvanların ruhları ve zerreden yıldızlara, galaksilere, tüm kâinata kadar olan cansız mahlûkattaki kanunlar şuur sahibi olmamakla beraber, nasıl oluyor da bir şeyin icadı onlara verilebilir?
Görünmeyen gaybî bir el tarafından bu kanunlar yaratılmakta ve işletilmektedir.
Demek cansız, şuursuz ve kör tabiata icad cihetinde tesir vermek, imkânsızlık içinde hadsiz imkânsızlıktır.
Kâinatta cari olan kanunları Cenab-ı Hakk dilediği zaman değiştirir. Peygamberlerin gösterdikleri mu’cizeler bunun en büyük delilleridir. Ateş, “yakma” kanuna tabi olduğu halde, “Ey ateş serin ve selametli ol!” emrine tam imtisal ederek yakmıyor, serin ve selametli oluyor. Ağaçlar yerlerinde durup “hareket etmeme ve konuşmama” kanuna tabi oldukları halde, Resul-i Ekrem Aleyhisselâtü Vesselâmın yanına gelip, onun peygamberliğine şahadet getirerek konuşmaktalar. Cenab-ı Hakk dağ, taş Ay, Güneş, ceylan, deve gibi mahlûkattaki kanunları da Resul- Ekrem Aleyhisselâtü Vesselâmın mu’cizeleriyle değiştirmektedir. Demek Cenab-ı Hakk, dilediği zaman bütün kâinattaki kanunları da değiştirir. Kıyameti kopartıp, Âhiret suretinde yeniden yaratır.

Sadece mu’cizeler değil, başka başka şekillerde de Halık-ı kâinat istediği zaman kâinata koydu âdetullah kanunlarını değiştirmektedir. Güneş’in hareketlerini Halık-ı kâinat belli bir kanuna tabi kıldığı için, bir yıl öncesinden nerede ne zaman doğup, ne zaman batacağı bilinebiliyor, hesaplanabiliyor. 
Ama yağmurun ne zaman yağdırılacağını belli bir kanuna bağlı kılmadığı için, bir yıl öncesinden, hatta bir ay öncesinden bile bilinemiyor, hesaplanamıyor. Yağmur hiçten yağdırılıyor. Onun için yağmura rahmet namı verilmiş. Rahmet oluşunun tezahürü olarak ormanlık alana daha çok yağmur yağdırılmaktadır. Çünkü ormanlık alanda daha çok hayvanlar, hayvancıklar ve bitkiler hayat sürmektedirler. Ormanlık alanda yağmura daha çok ihtiyaç olduğu için Rabbimiz oralara daha çok yağdırıyor. Kaldı ki kâinattaki bütün şartlar veya kanunlar yerinde duruyorken ve değişmezken, bazı yerlere bazı seneler çok yağmur yağdırılıyor, bazı seneler az yağmur yağdırılıyor. Demek Halık-ı kâinat isterse bir kanuna bağlı olarak, isterse hiçbir kanuna bağlı olmaksızın da istediği şeyleri yaratır.

Bu sebepler ve kanunlar tenteneli birer perdedirler. Bu perdeyi Rabbimiz bazen kaldıracak şekilde bize bazı mu’cizeler göstermektedir. Gerek Peygamberler Aleyhümüsselamın gösterdikleri mu’cizeler; gerekse bazı meyve ağaçları bir sene meyve verdikleri halde, bütün şartlar mevcut olmasına rağmen diğer sene hiç meyve vermemeleri; yağmurun nereye ne zaman ne kadar yağdırılacağı; simaların farklılığı gibi âyetler akla kapı açtıkları halde, kimileri aklını kullanarak o tenteneli perdeleri kaldırıp hakikati görmesine rağmen, kimileri de aklını kullanmamakla, adeta kendilerine nimet olarak verilen akıl ve iradelerini yanlış yerlerde kullanarak kendi nefislerine zulüm etmektedirler.

Hem şüzuzat denilen mevcut kanunların dışındaki az önce zikredilen bu hadiseler, Halık-ı kâinatın fail-i muhtar olduğunu gösterir. İstediği şeyi dilediği şekilde yaratacağını gösterir. Bir de insan kendi iradesinin cüz’i olduğunu anlamakla, kâinattaki tüm mahlûkata hükmeden külli bir iradenin varlığını da anlamaktadır.

Hem o kanunlar düzen itibariyle, düzen koyucuyu göstermekle Cenab-ı Hakk’ın varlığını ispat etmekle beraber, düzendeki birlik de O’nun bir olduğunu göstermektedir. Çünkü karmakarışıklık yok. Birlik var. Haşa! Birden fazla ilah olsaydı, bu düzen, dolayısıyla bu birlik olmazdı. Demek kâinattaki cari kanunların sonucunda ortaya çıkan düzen, Cenab-ı Hakk’ın varlığını ve birliğini ispat etmektedir.
Bütün ilmi gelişmeler bu kanunlara bağlı olarak ortaya çıkmaktadır. Bu kanunlar olmasaydı hiçbir ilim dalı olmazdı. İnsanlar neye göre hayatlarına lazım olan şeyleri tedarik etmeye çalışacaklarını da bilemezlerdi. Çünkü insanlar bu âdetullah kanunlarına göre hayatlarını düzen içinde sürdürmektedirler. Aksi takdirde neyi ne zaman yapacaklarını, neye göre nasıl davranacaklarını bilemezlerdi. İnsanlar cari olan âdetullah kanunlarına göre ekinlerini ekmek, giyinmek, hastalıklara karşı tedavi olmak, gemileri yüzdürmek, faydalı yiyeceklerle beslenmek vs. gibi durumlarda ne zaman ne yapacağına, neye göre nasıl davranacağına karar vermektedirler.

Hem sebepler ve kâinatta işleyen(cari) kanunlar, Rabbimizin hikmet gereği koyduğu kanunlardır. Her şeyin birden meydana gelmesi ise, kudret diyarı olan âhirette olacak. Hikmet diyarı olan dünyada imtihan gereği bu kanunların ve sebeplerin olması gerekir.

Demek hikmet gereği bu kanunların olması gerekir. Kanun koyucu olan Zât-ı Zülcelâl de sonsuz hikmeti ile bu âdetullah kanunlarını kâinata koymuştur.

Rabb-ül Âlemînin kâinatta koyduğu kanunlar, O’nun rububiyetini gösterir. O kanunlarla her bir şeyi terbiye etmektedir. Emir ve yasaklarıyla insanları belli kanunlar dâhilinde terbiye ettiği ve o emirlerle yasaklara uyan insanlar en faziletli, en terbiyeli insanlar olduğu gibi; kâinatta koyduğu kanunlarla da hadsiz faydalı sonuçlar verecek şekilde hikmetli işleyişlerle de bütün mahlûkatı terbiye etmektedir.
Bütün bunlar akıl gözüne göründüğü halde, akıl ve iradesini bu tenteneli perdeleri kaldırmaya yönelik kullanmayanlar, kendi yaptıklarından sorumludur.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder