Bediüzzaman Said Nursi, 1876 – 1960 yılları arasında yaşadı. Ülkemizde ve ülkemiz dışında milyonlarca insan Onun Risale-i Nur
isimli tefsirinden istifade etti. O, hep “Nurlar Vadisinde” gezdi.
Karanlık vadilerde gezenler, yarasanın ışıktan hoşlanmaması misali bu
nurdan rahatsızlık duydu. Ama O, aldırmadı. “Elimizde nur var, topuz
yok. Nur kimseyi incitmez, ışığıyla okşar” dedi ve yoluna devam etti… Bu
araştırmamızda, kendisinin hayatına, fikirlerine ve mücadelesine
kuşbakışı bir bakışla bakmaya çalışacak, doğrudan eserlerinden alınan
cümlelerle bazı değerlendirmelerde bulunacağız.
Kur’an Müfessiri
Bediüzzamanın en belirgin vasfı, Kur’an müfessiri olmasıdır. Bu konuda şöyle der:
“Kur’an-ı Hakîm’in dergâhında, bir dilenci hâdim hükmündeyim.”
“Derd benimdir, deva Kur’anındır.”
Yazmış olduğu Risale-i Nur külliyatı,
ayetlerin ve hadislerin yorumundan ibarettir. Risaleler müstakil bir
dava olmayıp, İslam davasının izah ve isbatından ibarettir.
Çağın Önünde Bir Âlim
Bediüzzaman, çağın gereklerini anlamış
ve ona göre hizmetini yapmış bir İslam âlimidir. Bazıları bu zamanın
şartlarıyla eski zamanın şartlarını birbirinden ayırt edememişler, adeta
zamanımıza gelememişlerdir. O, bu konuda şu veciz ölçüyü ortaya koyar:
“Eski hal muhal…
Ya yeni hal veya izmihlal!”
Yani, zaman değişmiştir. Zamanın
çarklarını geriye doğru çeviremeyiz. Ya yeni hale uyum sağlanacak veya
durum çok vahim olacaktır.
Eski devirlerde bileği kuvvetli olan
galip gelirmiş. Ama artık günümüzde bilim ve fen ön plana çıkmış.
Kaliteli aydın bir insan, sıradan binlerce kişiye bedel olabilir. Kim
daha ziyade bilim ve fenne dayanırsa, o galip gelir. Yabancılar bununla
bize galip geldiler. Artık sadece kalbin cesur olması yetmemektedir.
Geleceğe yatırım
Ahirzaman, manen kış bir mevsimdir. Pek
çok âlim bu kışın şiddetinden feryad eder, ama nedense kıştan sonra
gelecek bahara bir hazırlık yapmazlar. Bediüzzaman ise şöyle der:
“Çiçekler baharda gelir. Öyle kudsî çiçeklere zemin hazır etmek lâzım
gelir.”
Hizmet insanı
Bazı âlimler vardır, kendi köşelerinde
kalmış, ilmini başkalarıyla pek paylaş(a)mamıştır. Bediüzzaman ise bir
“hizmet adamı”dır. O, şöyle der:
“Bir adamın kıymeti, himmeti nisbetindedir.
Kimin himmeti milleti ise, o kimse tek başıyla küçük bir millettir.”
İnsan, sosyal bir varlıktır. Hayvan
gibi bir postla yaşayamadığından, toplum halinde yaşamaya mecburdur.
Toplum halinde yaşamanın da, kolaylıklarıyla beraber, bir takım
sorumlulukları vardır. Her insan kendi çapında başkalarını da düşünmekle
mükelleftir.
Bediüzzaman, “Âlim olan mazur değildir.” der. Kendisi âlim biri olarak şunu söyler:
“İlim itibariyle insanlara bir menfaat dokundurmak için şer’an hizmete mükellef olduğumdan, hizmet etmek isterim.”
O, hizmet etmeyi doğal bir görev olarak
görür. Arı için bal vermek ne kadar doğalsa Bediüzzaman için de Kur’ana
hizmet etmek, insanları aydınlatmaya çalışmak o derece doğaldır.
Etrafı aydınlatmak isteyen nice insan
yangın çıkarmakla suçlandığı gibi, bazıları da Bediüzzamana nedense ön
yargıyla bakmışlardır. O, bunlara şöyle cevap verir:
“Ben imanın cereyanındayım. Karşımda imansızlık cereyanı var. Başka cereyanlarla alâkam yok.”
“Ben başka maksaddayım; başka noktalar benim kalbimi doldurmuş, başka şeyleri düşünmeye kalbimde yer bırakmamış.”
İçimizden Biri
Bir batılı “yolu sormuyorum, arkadaş
arıyorum” der. Bediüzzaman da benzeri bir şekilde kendine mürid değil
dava arkadaşı arar. O, çevresindekileri her söylediğini düşünmeden
onaylayan kimseler olarak değil, araştırmacı muhakkikler olarak
yetiştirmek ister. Bu meyanda şöyle der:
“Hiçbir müfsid ben müfsidim demez. Daima suret-i haktan görünür. Yahut bâtılı hak görür.
Evet, kimse demez ‘ayranım ekşidir.’
Fakat siz mihenge vurmadan almayınız.
Zîrâ çok silik söz ticarette geziyor.
Hatta benim sözümü de, ben söylediğim
için hüsn-ü zan edip tamamını kabul etmeyiniz. Belki ben de müfsidim
veya bilmediğim halde ifsad ediyorum.
Öyle ise her söylenen sözün kalbe girmesine yol vermeyiniz.
İşte size söylediğim sözler hayalin
elinde kalsın, mihenge vurunuz. Eğer altın çıktı ise kalpte saklayınız.
Bakır çıktı ise çok gıybeti üstüne ve bedduayı arkasına takınız, bana
reddediniz, gönderiniz.”
Bir kısım toplum önderleri kendilerini adeta kusursuz göstermek için gayret sarfederken, O şöyle der:
“Ben nefsimi herkesten ziyade nasihata muhtaç görüyorum.”
Ayrıca, kendisini hatasız zannetmenin hatalarına şöyle dikkat çeker:
“Aziz kardeşlerim! Üstadınız lâyuhtî (hatasız) değil. Onu hatasız zannetmek hatadır.”
“Biliniz, kardeşlerim ve ders arkadaşlarım!
Benim hatamı gördüğünüz vakit serbestçe bana söyleseniz mesrur olacağım.
Hattâ başıma vursanız, ‘Allah razı olsun’ diyeceğim.
Hakk’ın hatırını muhafaza için başka hatırlara bakılmaz.”
Karizmatik bir lider
Lider bir insan, beraber yürüdüğü
insanları onure etmeyi bilir, bir problem olduğunda en tatlı bir şekilde
halleder, hatta gerekirse etrafta suçlu aramak yerine kendini suçlu
olarak görür. Bediüzzamanın etrafında bulunan bazı kimseler kendi
aralarında bir problem yaşadıklarında O, şu ibretli mektubu gönderir:
“Kardeşlerimden ricâ ederim ki: Sıkıntı
veya ruh darlığından veya nefis ve şeytanın desiselerine kapılmaktan
veya şuursuzluktan arkadaşlardan sudur eden fena ve çirkin sözlerle
birbirine küsmesinler ve “haysiyetime dokundu” demesinler. Ben o fena
sözleri kendime alıyorum. Damarınıza dokunmasın. Bin haysiyetim olsa
kardeşlerimin mabeynindeki muhabbete ve samimiyete fedâ ederim.”
Zühd insanı
Zühd, kalben dünyayı terk etmektir.
Bediüzzaman, şayet istese dünyada saltanat sürebileceği halde, sade bir
hayatı tercih etmiştir. Hediye kabul etmemesi buna güzel bir örnektir.
Aslında hediyeleşmek sünnettir. Ama bazı özel durumlarda hediye almamak
daha isabetli olur. Mesela, adaletiyle meşhur Ömer bin Abdülaziz, Emevi
hükümdarı olduktan sonra hediye almadı. Kendisine “sünnete muhalif
olarak niçin hediye almıyorsun?” diye sorulduğunda şu cevabı verirdi:
“Hz. Peygamber zamanında hediye gerçekten hediye idi. Ama günümüzde rüşvet haline geldi.”
Bediüzzaman hediye almama sebebini şöyle anlatır:
“Mühim bir tüccar dostum otuz kuruşluk bir çay getirdi, kabul etmedim.
“İstanbul’dan senin için getirdim, beni kırma” dedi. Kabul ettim, fakat iki kat fiatını verdim.
Dedi: “Ne için böyle yapıyorsun, hikmeti nedir?”
Dedim: Benden aldığın dersi, elmas
derecesinden şişe derecesine indirmemektir. Senin menfaatin için,
menfaatimi terk ediyorum. Çünkü dünyaya tenezzül etmez, tama’ ve zillete
düşmez, hakikat mukabilinde dünya malını almaz, tasannua mecbur olmaz
bir üstaddan alınan ders-i hakikat elmas kıymetinde ise,
sadaka almaya mecbur olmuş,
ehl-i servete tasannua muztar kalmış,
tama’ zilletiyle izzet-i ilmini feda etmiş,
sadaka verenlere hoş görünmek için riyakârlığa temayül etmiş,
âhiret meyvelerini dünyada yemeğe cevaz
göstermiş bir üstaddan alınan aynı ders-i hakikat, elmas derecesinden
şişe derecesine iner.
İşte sana manen otuz lira zarar
vermekle, otuz kuruşluk menfaatimi aramak, bana ağır geliyor ve
vicdansızlık telakki ediyorum. Sen madem fedakârsın; ben de o
fedakârlığa mukabil, menfaatinizi menfaatime tercih ediyorum, gücenme!
O da bu sırrı anladıktan sonra kabul etti, gücenmedi.”
Şefkat insanı
O, bahar çiçeklerinin solmasından
ızdırap duyacak kadar engin bir şefkate sahiptir. İhtiyarlara yönelik
yazdığı “İhtiyarlar Risalesinde” geçen şu ifadelerinde, bu engin
şefkatin yansımalarını açıkça görmekteyiz:
“Sizin en ihtiyarınız her ne kadar
zahiren benden yaşlı ise de, manen ben onlardan daha ziyade
ihtiyarlığımı tahmin ediyorum. Çünki fıtratımda rikkat-ı cinsiye ile
acımak hissi ziyade bulunduğundan, kendi elemimden başka binler
kardeşlerimin elemlerini de o şefkat sırrıyla çektiğimden, yüzler sene
yaşamış gibi ihtiyarım.
Ve siz ne kadar firak (ayrılık) belasını çekmiş iseniz, benim kadar o belaya maruz kalmamışsınız.
Çünkü oğlum yoktur ki yalnız oğlumu
düşüneyim. Bendeki fıtrî olan bu ziyade acımaklık ve şefkat, binler
Müslüman evlâdlarının, hattâ masum hayvanların teellümlerine karşı dahi
bir rikkat, bir elem, o sırr-ı şefkat ile hissediyordum.
Hususî bir hanem yoktur ki fikrimi
yalnız ona hasredeyim; belki bu memleket ile ve belki âlem-i İslâmın
kıt’asıyla hanem gibi, hamiyet-i İslâmiye noktasında alâkadarım. Ve o
iki büyük hanedeki dindaşlarımın elemleriyle müteellim ve firaklarıyla
mahzun oluyorum!”
Bir aile reisinin kendi ev ve evladıyla
alakadar olması gibi, Bediüzzaman bütün vatan evladını kendi çocukları
ve tüm İslam Dünyasını kendi evi olarak kabul etmiştir.
1952 de Eşref Edib’in kendisiyle yaptığı
bir röportajda ifade ettiği şu cümleler O’nun iç dünyasını tahlilde
bize mühim ipuçları sunar:
“Bana ıztırap veren, yalnız İslâmın
mâruz kaldığı tehlikelerdir… Yoksa şahsımın mâruz kaldığı zahmet ve
meşakkatleri düşünmeye bile vaktim yoktur. Keşke bunun bin misli
meşakkate mâruz kalsam da iman kalesinin istikbali selâmette olsa!
Ben, cemiyetin iç hayatını, mânevî
varlığını, vicdan ve imanını terennüm ediyorum. Yalnız Kur’ân’ın tesis
ettiği tevhid ve iman esası üzerinde işliyorum ki, İslâm cemiyetinin ana
direği budur. Bu sarsıldığı gün, cemiyet yoktur.
Bana, ‘Sen şuna buna niçin sataştın?’
diyorlar. Farkında değilim. Karşımda müthiş bir yangın var. Alevleri
göklere yükseliyor. İçinde evlâdım yanıyor, imanım tutuşmuş yanıyor. O
yangını söndürmeye, imanımı kurtarmaya koşuyorum. Yolda biri beni
kösteklemek istemiş de ayağım ona çarpmış; ne ehemmiyeti var? O müthiş
yangın karşısında bu küçük hâdise bir kıymet ifade eder mi? Dar
düşünceler, dar görüşler!
Beni, nefsini kurtarmayı düşünen hodgâm
bir adam mı zannediyorlar? Ben, cemiyetin imanını kurtarmak yolunda
dünyamı da feda ettim, âhiretimi de. Seksen küsur senelik bütün
hayatımda dünya zevki namına birşey bilmiyorum.”
Dâhili ve Harici Cihad Farkı
Bazıları “cihad” denildiğinde “savaş”
anlasalar da, cihad savaş demek değildir. Cihad kelimesi, cehdetmek,
gayret göstermek anlamındadır. Çevremize baktığımızda, büyük bir
faaliyet ve hareketlilik gözümüze çarpar. Kavram olarak cihad, bu
faaliyet ve hareketliliğin Allah yolunda yönlendirilmiş şeklidir.
Bediüzzaman ülke dâhilinde yapılacak
cihad ile, dış düşmanlara karşı yapılacak cihadı çok net ifadelerle
birbirinden ayırır. Sözgelimi, dıştan bir ülke saldırdığında silahla
karşılık verilir ve savaşılır. Ama ülke dâhilinde yapılacak olan cihad,
manevi bir mücadeledir.
Kendisinin ifadesiyle:
“Bizler âsâyişi muhafazayı netice veren müsbet iman hizmeti içinde herbir sıkıntıya karşı sabırla, şükürle mükellefiz.
…Çünkü asıl mesele bu zamanın cihad-ı
mânevîsidir. Mânevî tahribatına karşı sed çekmektir. Bununla dahilî
âsâyişe bütün kuvvetimizle yardım etmektir.
Evet, mesleğimizde kuvvet var. Fakat bu
kuvvet, âsâyişi muhafaza etmek içindir… Bu kuvvet dahile karşı değil,
ancak hâricî tecavüze karşı istimal edilebilir… Vazifemiz, dahildeki
âsâyişe bütün kuvvetimizle yardım etmektir.
…Hariçteki cihad başka, dahildeki cihad başkadır.
…Biz bütün kuvvetimizle dahilde ancak âsâyişi muhafaza için müsbet hareket edeceğiz.”
Müsbet Hareket:
Ülke dâhilinde yapılacak cihadda en mühim bir esas müsbet hareket etmektir. Bediüzzamanın ifadesiyle:
“Aziz kardeşlerim,
Bizim vazifemiz müsbet hareket etmektir. Menfî hareket değildir.”
“Din dahilde menfi bir tarzda istimal edilmez.” (Yani din ülke içinde menfi olaylara alet edilemez.)
Yapılması gereken,
· insanları dine meylettirmek
· onları teşvik etmek
· dinî görevlerini hatırlatmaktır.
Yoksa “dinsizsiniz!” dese onları tecavüze sevkeder.
Din aslında hiçbir zümrenin tekelinde değildir. Herkesin hak dinden istifade etmek, hem hakkı, hem görevidir.
Müsbet hareket, “kahrolsun karanlık!”
demek yerine bir mum yakmayı öğretir. Batıl ilahlara sövmek yerine
Allah’ın adını anmayı ders verir.
Müsbet hareket, yıkmayı değil yapmayı, tahribi değil tamiri esas alır.
Müsbet hareket, başkalarının kusur ve noksanlarını ortaya koymak yerine, İslamın güzelliğini ilan etmeyi öğretir.
Müsbet hareket, mutedil hareketi netice verir, insanı taşkınlık ve şaşkınlıktan kurtarır, fevrî davranışlara sed çeker.
Müsbet hareket, görünüşte pasif, ama
gerçekte en etkili bir metottur. Meşhur örnek ile anlatmak gerekirse,
rüzgar ve güneş yolda giden bir adamın sırtındaki paltoyu çıkartmak için
bahse girmişler. Önce rüzgar denemiş, gittikçe sür’atini artırarak
adamın paltosunu çıkarmaya çalışmış. O şiddetini artırdıkça adam
paltosuna daha şiddetle sarılmış. Ardından güneş devreye girmiş,
hararetini azıcık artırması adamın paltoyu çıkarmasına yetmiş.
İşte müsbet hareket, temsildeki güneşin
hareketine benzer. İlk bakışta ortalıkta bir şey yok gibidir. Ama sonuca
baktığımızda muhteşem bir sonuç bizi beklemektedir.
Cahilliğe-Fakirliğe-Ayrılığa Karşı Cihad:
20. yüzyılın başlarında, Bediüzzaman ülke dâhilinde yapılacak cihadla ilgili olarak şu hedefi gösterir:
“Bizim düşmanımız, ‘cehalet, zaruret, ihtilaftır.’
Aradan geçen bir asırlık zaman biriminde
bu üç düşmanla yapılan cihad henüz kazanılmış değildir. Cahillik,
ekonomik geri kalmışlık ve Müslümanlar arasında ayrılık hâlâ devam
etmektedir.
Yaşadığımız çağa “bilgi ve teknoloji
çağı” adı verilmektedir. İlk emri “oku!” olan bir dinin mensupları bu
meselede çağa ayak uydurmada zorlanmamaları gerekir.
Öte yandan, ekonomik alanda nice gayr-ı
Müslim ülke Müslümanlardan daha ileri vaziyettedir. Böyle bir durum ise,
İslamın evrensel intişarına ciddi bir engeldir.
Ayrıca, aynı dine mensup olan, aynı gaye
için çalışan, aynı değerleri paylaşan Müslümanların adeta “ittifak
etmeme hususunda ittifak etmeleri” acı bir gerçektir.
İşte, bu üç düşmana karşı verilecek mücadele, Müslümanları canlandıracak, evrensel barışa muazzam bir katkıda bulunacaktır.
Sivil itaatsizlik:
Bediüzzaman 1926-1950 yılları arasında
sürgün hayatı yaşadı, bu arada üç defa hapsedildi. Vefat ettiği yıl olan
1960’a kadar da gözetlemeler devam etti. Fakat O, hiçbir zaman devlete
isyan eden biri olmadı ve talebelerini de öyle hareketlerden alıkoydu.
Şüphesiz O’nun bu tarz tavrı, o
dönemlerde yapılan bir takım yanlışları kabul etmek anlamına gelmiyordu.
Kendisinin mahkemede kullandığı şu ifadelerinde bu noktayı açıkça
görebiliriz:
“Bir şeyi reddetmek ayrıdır, kalben kabul etmemek ayrıdır ve amel etmemek bütün bütün ayrıdır.
Ehl-i hükûmet ele bakar, kalbe bakmaz.”
Bediüzzamanın savunduğu bu ince
noktalar, artık günümüzde evrensel hukuk çerçevesinde gittikçe yükselen
kıymetler halini almaktadır. Din ve vicdan hürriyeti, fikir hürriyeti
gibi değerler dünyanın her tarafında genel kabul görmeğe başlamıştır.
Bediüzzaman yanlış uygulamalara “fikren
ve kalben taraftar olmadıklarını” açıkça beyan etmekten çekinmez. Fakat
bu yanlış uygulamalardan hareketle isyan cihetine de gitmez. Böyle bir
hareketin çok acı sonuçlar doğurabileceğini nazara verir. İdarede
olanlara şöyle seslenir:
“Sizin vazifeniz ele bakmaktır, kalbe
bakmak değil. Çünkü idarenizi, âsâyişinizi istiyorsunuz. El karışmadığı
vakit, ne hakkınız var ki, hiç lâyık olmadığınız halde “kalp de bizi
sevsin” demeye?”
Bediüzzamanın nazara verdiği “bir şeyi
reddetmek başkadır ve onun ile amel etmemek bütün bütün başkadır” manası
günümüz dünyasında geniş revaç bulmaktadır. Özellikle sivil toplum
kuruluşları mevcut hükümetlerin yanlışları olduğunda harekete geçip bu
yanlışların önünü almaya çalışmaktadırlar. Bu bir isyan değildir, ama
aynen kabul de değildir. Hata hata olarak görülmekte, bünyede zarar
vermeksizin tedavisi cihetine gidilmektedir.
Asayiş muhafızı:
Bediüzzaman asayişi “her türlü dünyevi saadetin esası” olarak görür. “Yüz ruhum olsa asayişe feda ediyorum” der.
Talebelerini de asayişin manevi
muhafızları olarak yetiştirir. Uhuvvet Risalesinde verdiği şu örnek
konunun daha iyi anlaşılmasına yardımcı olacaktır:
“Nasıl ki, sen bir gemide veya bir
hanede bulunsan, seninle beraber dokuz mâsum ile bir câni var. O gemiyi
gark ve o haneyi ihrak etmeye çalışan bir adamın ne derece zulmettiğini
bilirsin. Ve zalimliğini, semâvâta işittirecek derecede bağıracaksın.
Hattâ birtek mâsum, dokuz câni olsa, yine o gemi hiçbir kanun-u adaletle
batırılmaz.”
Terör eylemlerinde ise böyle bir ince
ölçü, böylesine insaflı bir yaklaşım asla söz konusu değildir. Terörün
hâkim olduğu toplumlar mayınlı arazi gibi güvenden uzak olur. Her an bir
bomba patlayabilir, her an serseri bir kurşun hedefe veya bir masuma
isabet edebilir.
Bir Müslüman, eğer dini gerçek şekliyle
biliyorsa asla terörist olamaz. Ancak “dinde hassas, aklî muhakemede
noksan” bazıları hemen her toplumda görüldüğü gibi, İslam toplumlarında
da bulunabilir. Böylelerinin yanlışlarıyla İslamı ve Müslümanları
karalamaya çalışmak akla- mantığa ve insafa sığan bir tavır olamaz.
Siyasetüstü Bir Kur’an Hizmeti:
Siyaset, yönetime talip olmaktır.
Şüphesiz bazıları siyaseti esas alıp hizmet etmeye çalışabilirler ve
hizmet de edebilirler. Bediüzzaman ise siyasetüstü bir hizmet metoduyla
insanlara faydalı olmaya çalışır.
Bediüzzaman “Kur’ân ve iman hizmetinin kendisini siyasetten men ettiğini söyler ve bunu şöyle açıklar:
“Hakaik-i imaniye ve Kur’âniye birer
elmas hükmünde olduğu halde, siyasetle âlûde olsaydım, elimdeki o
elmaslar, kandırılabilen avam tarafından, “Acaba taraftar kazanmak için
bir siyaset propagandası değil mi?” diye düşünürler. O elmaslara âdi
şişeler nazarıyla bakabilirler. O halde, ben o siyasete temas etmekle, o
elmaslara zulmederim ve kıymetlerini tenzil etmek hükmüne geçer.”
İşte böyle ciddi sebeplerden dolayı
siyasetin içine girmeden vatan evladına faydalı olmaya çalışan
Bediüzzaman, siyasilere de zaman zaman mektuplar göndererek Kur’an- iman
hesabına tavsiyelerde bulunur.
Bu siyasetüstü metodun sonucu olarak, çeşitli partilere mensup kimseler günümüzde de O’nun eserlerinden istifade etmektedirler.
Medenilere Galebe:
14 asırlık İslam tarihine baktığımızda
gayr-ı Müslimlerle yapılan pek çok kanlı savaşlar görürüz. Günümüzde
dıştan bir saldırı olduğunda “sıcak savaş” bir hak, hatta bir görev
olmakla beraber, Bediüzzaman normal şartlar altında barış ve diyaloğa
taraftardır. Bunu şöyle ifade eder:
Biz muhabbet fedaileriyiz; husumete vaktimiz yoktur.”
İslamın güzelliğini fiilen göstermek onu
en güzel bir şekilde temsil ve tebliğ etmek anlamına gelir. Bu
layıkıyla yapıldığında dünyanın her tarafından nice insanlar gruplar
halinde İslama koşacaklardır.
Kendisinin şu cümleleriyle konuyu noktalayalım:
“Ne yapayım, acele ettim, kışta geldim;
sizler cennet-âsâ bir baharda geleceksiniz…
Şimdi ekilen tohumlar, zemininizde çiçek açacaktır.”
Alıntı:
http://www.nurnet.org/cagin-buyuk-mufessiri-bediuzzaman/
. *********************************************************** İçerik Hakkındaki Yorumlarınızı : Aşağıdaki Yorum Gönder Bölümünden Yapabilirsiniz..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder