7 Mart 2012 Çarşamba

Evlilikte ilk Yıllar

 Geçen hafta içinde bizzat karşılaştığım iki olay bağlamında evlilikte ilk yıllara ait bir değerlendirmede bulunmak istiyorum. Bir; bu bir itiraf. Girilen yanlış hem de çok yanlış ama aynı zamanda geri dönülmez bir sürecin ardından söylenen bir itiraf. Keşke demek bir anlam ifade etmiyor.


Allah Rasulü’nün (sav) beyanıyla bu zeminde keşke demek şeytana yardım etmekle eşdeğer. Çünkü zamanı geriye getirmenin, onu geriye doğru işletmenin imkani yok. Ah keşke, evet keşke zamanı geriye işletebilseydik, işletebilseydik de o yanlışları bir daha yapmasaydık.

Veya madem zamanı geriye işletemiyoruz, bari o dönemlerde zamanı ileriye doğru işletebilseydik de bugünleri yani pişmanlıktan iki buklüm olduğumuz zamanları görüp ona göre tavır alabilseydik. Heyhat!

Her neyse, birinci örneğe donelim. Eş deniz aşırı ülkeden gelmiş. Oldukça küçük sayılabilecek bir yaşta evlilik yapmış eşin, dostun hatırına. Hayat tecrübesinin olmayışı bir yanda, ana-baba, kardeş, vatan hasreti, diğer yanda, kocanın bizzat kendi itirafıyla oldukça huysuz, müsamahasız ve kışla disiplini içinde bir hayat düzeneği istemesi, bunlara ilaveten yabancı dil ve yabancı ülke ve hepsinden öte bu zincire takılan Allah’ın takdiri düşünülmeyen bir çocuk halkası. Saadet zincirinin aksine geçimsizlik zincirinin halkaları böylece tamam. Bu arada ne kocaya ne de kadına yon verecek, evlilik hayatlarına istikamet kazandıracak, tecrübeleri ile onlara yardımcı olacak bir çevrenin de olmadığını ısrarla belirtmek isterim.

Geçimsizlik had safhaya ulaşınca bazıları araya girerek eşlere iradi olarak bir müddet ayrı yaşamalarını tavsiye ediyor ki yerinde bir tedbir bu. Ve kadın kucağında çocugu ile deniz aşırı yolculuk yaparak ailesinin yanına gidiyor; gidiyor ama gidiş o gidiş.

İkinci örnek çiceği burnunda üç aylık hamile eşi ile dört aylık evli bir erkeğe ait. Ataerkil bir aile ortamında büyümüş, yaşı, tecrübesi, bilgisi ve kendine saygı ve güveni yerinde. Sağlam karekteri, bilgi düzeyi ile yakın ve uzak çevresine yaptığı önderlik, arkadaş çevresinde şu ana kadar gösterdiği engin hoşgörüsü, espri –ki zekaya delalet eder- anlayışı ile parmakla gösterilen bir tip. İlke ve inançlarından taviz vermeden şeytanla dahi dostça geçineceğine ihtimal verdiğin birisi var mı deseler, ilk aklıma gelecek kişiler arasında o. Ama gel gör ki anne-baba özelinde gördüğü aile ilişkisini kendi evliliğinde göremeyince, bundan daha kötüsü ömür boyu göremiyeceğine inanınca huzursuzluklar baş göstermiş evliliğinin ilk aylarında.

İkinci aileye birinci örnekteki pişmanlığı hatırlatmak isterim. “Keşke biraz daha musamahalı olsaydım. Keşke herşeyin askeri disiplin içinde olması gerektiği beklentisi içine girmeseydim. Keşke eşime ve kendime yeni hayat düzenimize alışmamız için biraz daha zaman tanısaydım.” Ama son pişmanlık ne çare ne de çözüm.

Dikkat ederseniz her iki örnekte de problemler adına spesifik örnekler vermedim. Neden mi? Yanlış anlaşılmalara meydan verir korkum var da onun için . Ama meseleler soyut bir düzlemden somuta kaysın diyorsanız bu ailelere raci olmayan bir örneği hem de sanırım çok ailelerde yaşanan bir örneği sunayım sizlere. Türk atasözü olarak duymuştum, yazıl bir kaynakta görmedim, hakikatine inanırsınız-inanmazsınız beni alakadar etmez ama derler ki; “Kocasından sonra kalkan kadından hayır gelmez”. Gerçekten bizim ev hanımlığı statüsünün geçerli olduğu aile yapımız içerisinde kadın kocasından once kalkar, kahvaltısını hazırlar, dış elbisesi adına ütü başta olmak üzere gerekli şeyleri bitirir ve kocasını işe gönderdikten sonra ev hayatına geri döner, uyuyacaksa uyur, uyumayacaksa uyumaz. Çocuk/çocuklar varsa, okulları soz konusu ise onlara raci işler de kadına aittir.

Ama bazı ailelerde bu durumun tam aksini hem de gayet yaygın biçimde görebiliyoruz bugün biz. Ayıp mı, günah mı diyebilirsiniz? Hayır ne ayıp ne de günah! Eğer eşler bunu bir hayat sistemi olarak benimsedi ve bunda bir anormallik görmüyorlarsa bana ne? Fakat mezkur durum evde geçimsizlik sebebi ise –ki olması gayet normaldir- bu bir, iki geleneksel aile yapımızın bir anlamda değişikliğine sebebiyet veriyor ve çocuklarımız vasıtasıyla bir sonraki nesle intikal etme ihtimalinde ise –ki elbette öyledir- kadının günlük hayat programını kadim anlayışımıza göre düzenlemesi gerekmez mi?

Bana göre gerekir, şarttir hatta mecburdur kadın. Madem ki ev hanımıdır ve madem ki örf-adet ve geleneklerimize göre yukarıda bahsettiğim vazifeler evin hanımına aittir, kadın herşeye rağmen bunları yerine getirmekle mükelleftir.

Çekirdek aile yapısının gereği imiş bu yeni durum veya hayat standartlarındaki değişiklikler bunu ön görüyormuş vb. mazeretler bir anlam ifade etmiyor ve etmemeli bence. Zira biz sadece kendi günümüzü değil, geleceğimizin de temellerini atıyoruz yaşadığımız bir hayat ile. Bir cümle ile ifade etmeye çalıştım yukarıda, çocuklarımızın bu sitilden nasıl etkileneceğini düşünüyorsunuz acaba?
Evet, kabullenilen hayat tarzından tavizmiş bu! Evin hanımı böylesi bir isim takmış buna? Ninesi gibi erkenden kalkacak, kocasını ise gönderecekmiş? Hangi devirde yaşıyormusuz?

Hissiyatın akla ve muhakemeye galip geldiğini gösteren talihsiz beyanlar bunlar. Yapmayın Allah aşkına! Birakın insan yuvasının saadeti uğruna bu kadarcık fedakarlığa katlansın. Uykusunu azıcık terk etsin. Bu kadarcık fedakarlıkta bulunamayan kadın zaten ne bir yuvaya eş, ne de bir çocuğa anne olacak kapasitede değildir. Kaldı ki fedakarlık dediğiniz şey ne? Uykudaki zamanlama. Hepsi bu!!!


. *********************************************************** İçerik Hakkındaki Yorumlarınızı : Aşağıdaki Yorum Gönder Bölümünden Yapabilirsiniz..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder